satışın sırları

Archive for Ağustos, 2012

empati üzerine


Doğumumuzla başlayan gelişim ve öğrenim sürecimiz yaşamımızın son anına kadar devam eder. Önce anne-babamız ve aile çevremizle olan gelişim yolculuğumuzda zaman ilerledikçe etkilendiğimiz kişiler de değişmektedir. Kendi kişisel özelliklerimize, duygularımıza, bakış açımıza, yaşantımıza, görüş ve düşüncelerimize uygun birilerini bulmak güç iştir ama özlem duyarak aradığımız da tam böyle bir şeydir.

Gün gelir kendimizi o kadar çaresiz hissederiz ki sanki dünya üzerimize gelmektedir. Hiçbir şey istediğimiz gibi değildir. Hoşnutsuzluk alabildiğinedir ve anlamsızdır tüm yaşanılanlar. Dertlerimizi kimseye anlatamamanın verdiği eziklikle, anlaşılamama korkusu sarar her bir zerremizi. Yorgun yüreğimize bir yol arkadaşı bulmak isteriz. Cana can katan bir dost ararız; lakin bulamayacağımızı düşünerek aramaya cesaret edemeyiz. Bu gidişe “dur!” diyebilecek mecalimiz de kalmamıştır. Son bir ümitle kaldırırız başımızı ve dalgın bakışlarımızla, yorgun yüreğimizle, çaresiz duygularımızla “gel artık!” deriz, “gel geleceksen…”
Gelmesini istediğimizin kim ya da nasıl bir şey olduğuna dair fazla bir şey düşünmeyiz o anda. Halimizden anlaşılır zaten neye ihtiyaç duyduğumuz. Ve gelir gelmesi gereken. Tüm ihtişamıyla gelir ve götürür bizi gittiği yere. Sormayız nereye gidiyoruz diye. Sadece gideriz, onunla bir olup onunla yürürüz ve kendimizi onda buluruz. Yürüdükçe gelişir, geliştikçe gençleşiriz.

Aradığımız şey empatidir. Doğumumuzla başlayıp ölümümüzle biten bir arayıştır bu. Yaşamımızın her anında ihtiyaç duyduğumuz ve olmazsa olmazımızdır bu duygu. Empati, Bir Yaşama Sanatıdır.

Empati Kurmak İnce Bir Sanattır

Nasrettin Hoca eşeğinden düşer ve acıyla kıvranır. Başına toplananlar: “Hemen bir doktor çağırın…” diye bağrışırken, Hoca “Bana doktor değil, eşekten düşmüş birini bulun…” der. Nasrettin Hoca bu davranışı ile, eşekten düşenin çektiği acıyı ve yaşadığı duyguyu gerçek anlamda sadece eşekten düşen başka birinin anlayabileceğini ifade etmektedir.

Empati kurabilmek için karşımızdaki insanın karşılaştığı olayı yaşamak zorunda değiliz elbet. Onun yaşadığı olayda kendimizi görebiliyorsak eğer, kendimizi onun yerine koyup onunla aynı duyguları yaşarak olaya onun bakış açısından bakabiliyorsak ve bunu ona iletebiliyorsak empati kurmuşuz demektir. Bu nedenle empatik iletişimde aslolan, olayları yaşamak değil doğru olarak anlamaktır.

Karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini tam olarak anlasak bile, eğer anladığımızı ona ifade edemiyorsak veya yanlış ifade ediyorsak empati kurmuş sayılmayız. Yine empati kurarken kişinin sadece sözel tepkilerine değil, ses tonuna, konuşma temposuna, jest ve mimiklerine hatta duruşuna bile dikkat etmek gerekir. Empati de nesnelliği kaybetmemek, karşımızdaki kişinin korku, kaygı, neşe ve öfke gibi duygularıyla bunalmamak gerekir.

Empatik anlayış insanları birbirlerine yaklaştırma, iletişimi kolaylaştırma özelliğine sahiptir. İnsanlar, kendileriyle empati kurulduğunda başkaları tarafından anlaşıldıklarını ve kendilerine önem verildiğini hissederler. Bu da insanları rahatlatır.
Empati, ‘bakabilme ve görebilme sanatıdır.’ Kendini başkasının yerine koyabilme, onu anlayabilme işidir. Günümüz insanları geçen zamanla teknoloji ve bilim çağının ağına takılarak iletişimde durağanlık, kopukluk yaşamakta ve dolayısıyla insani ilişkiler zayıflamakta, insanlar birbirlerine uzak, yabancı, birbirini anlamayan ve nihayetinde kendilerine karşı sevgisiz, saygısız, hoşgörüsüz bir dünya oluşturmaktalar.

Bir Yaşam Biçimi Olarak Empati

Empati kurmayı sadece insanlar arasındaki iletişim ve etkileşim olarak değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı olarak değerlendirdiğimizde ise kainatın her zerresinde empatik bir insan göreceğiz. Doğadan hayvanlara, atmosferden uzaya kadar her alanda empatik düşünen insan, en küçük bir canlıyı bile incitmemesi gerektiğini hisseder.

Yakın çevremizden uzağımıza doğru, yaşadığımız toplumun ne kadar empatik bir yapıya sahip olduğunu şöyle bir değerlendirelim isterseniz: Yolda yürüyoruz… İnsanlar ile, toplum ile iç içeyiz. Karşımızdan gelen orta yaşlarda bir insan ağız dolusu tükürüyor yola. O tabloyu gözlerinizde canlandırın lütfen. Neler hissediyorsunuz? Yürümeye devam ediyoruz. Arkamızdan bizi takip ediyormuş gibi gelen iki delikanlı yüksek sesle küfürlü bir şekilde konuşuyorlar alabildiğine… Sonra dinlenmek için bir parkta duruyoruz. Yeşilin mavi ile birleştiği ağaçlara bakarken birden gözümüze bir şey takılıyor. “Seni çok seviyorum” yazıyor ağacın gövdesinde.

İşte bizim empati seviyemiz bu, örnekleri çoğaltmaya gerek yok. Günümüzde başkalarını düşünerek atılan bir adım, yapılan bir uğraş yok. Bir empati muhasebesi yaparsak; öğretmen kendini öğrencinin yerine koysa, doktor kendisini hastasının yerine koysa, komutan kendini askerin yerine koysa, patron kendisini işçisinin yerine koysa, anne ya da baba kendini evladının yerine koysa, erkek kendini kadının yerine, kadın kendini erkeğin yerine koysa, özgür olan kendini hükümlünün yerine koysa, para kazanabilen biri kendini işsiz arkadaşının yerine koysa keşke…

Empati Becerimizi Nasıl Geliştireceğiz?

“Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, sen de başkasına yapma!” diye öğütleyen Hz. Muhammed’in bu güzel sözü başlı başına bir empati geliştirme tekniği olarak kullanılabilir. Her insan kendinden yola çıkarak bu ilkeyi uygulasa ve kendisine yapıldığında rahatsızlık duyabileceği herhangi bir şeyi kendisi de başkasına yapmamak için çaba sarf etse ilişkilerimiz daha anlamlı olur.

Bireyleri en çok tedirgin eden şeylerden biri başkaları tarafından eleştirilmektir. Empatik dinlemede birey karşısındakini ne över, ne yargılar, ne de suçlar; sadece onu anlamaya odaklanır. Onun bakış açısını görmeye, onun duygularını anlamaya çalışır. Bu anlayış insanların birbirlerine yaklaşmasına ve aralarında gerçeğe dayanan sevginin gelişmesine yol açar.

Bunun dışında empati becerimizi geliştirmek istiyorsak eğer, diğerlerinden önce kendimizi tanımamız gerekli. Başkalarının duygularını anlamak ve onlara cevap verebilmek için kendi duygularımızı anlamamız gerekiyor.

Sonuç olarak empati, insanlarla olan ikili ilişkilerimizde başarıyı belirleyen ve sosyal ilişkilerimizi yönlendiren bir etmendir. Bunun yanı sıra insanın çevresiyle ve doğayla olan ilişkilerini belirleyen ve toplumumuzun dokusunu koruyan oldukça önemli ve gerekli bir beceridir.

ALINTIDIR…
GünBatımı
DANIŞMAN YÖNETİCİ

Kevin CARTER


18 sene Önce, “yandaki fotoğraf”ın hikâyesini anlatayım. Yandaki fotoğraf, bütün dünyanın ittifakla kabul ettiği gibi, “Afrika’daki açlığın simgesi”dir…

Bu fotoğraf, 1994 yılında Kevin Carter isimli “Amerikalı bir fotoğrafçı” tarafından çek

ilmiştir.Fotoğrafta da görüldüğü gibi;

Açlıktan “bir deri, bir kemik” kalan Afrikalı kız çocuğu, “ölümün eşiğinde”dir… Belki birkaç dakika sonra, belki birkaç saat veya birkaç gün sonra ölecektir.

Az ilerideki “akbaba” da, çocuğun ölmesini, iştahla beklemektedir.

Bu manzarayı gören Kevin Carter, basar deklanşöre ve daha sonra kendisine “Pulitzer Ödülü” kazandıracak olan bu fotoğrafı çeker.

Evet, “fotoğraf”ı çeker ve ayrılır oradan!.. Ne “akbaba”yı kovmak gelir aklına, ne de çocuğu kurtarmak!..

“Çocuk” ile “akbaba”yı baş başa bırakıp, oradan ayrılır.

İNTİHARA GÖTÜREN FOTOĞRAF!

İşte o fotoğraf bütün dünyayı ağlatır… Evet, sadece ağlatır ama hiç kimse Somali’ye yardım göndermez.

Sonra aklı başına gelir Kevin Carter’in… “Gazetecilik şehveti”yle çektiği o fotoğraftan sonra, “vicdan azabı” duymaya başlar… Tamam; fotoğrafı çekmiş ve “Pulitzer Ödülü” almıştır ama, “o çocuk” nerededir?.. Ölmüş müdür, yoksa yaşıyor mu?..

Somali’ye gider, “çocuğun akıbeti”ni araştırmaya başlar ama bir türlü bulamaz… Kimbilir, o yıllarda açlıktan ölen onbinlerce insan gibi, çocuk da ölmüş ve belki de “akbaba” tarafından yenilmiştir!..

Çocuğu bulamayan Kevin Carter, Somali’de gördüğü “insanlık dramı”ndan sonra, yani fotoğrafı çektikten “3 ay” sonra “depresyon”a girer, bir türlü kendine gelemez!

En sonunda da;

27 Temmuz 1994’te, Johannesburg’un bir banliyösünde park ettiği “kamyonet”inin içine “egzos” basarak “intihar” eder!..

Sizin anlayacağınız;

Çektiği “vicdan azabı”, yaşadığı “gazetecilik şehveti”ne galip gelir ve onu “intihar”a sürükler!..

ramazan bayram mesajı


RAMAZAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN

Galeri

İflas Ve Mutluluk


Günlerden bir gün Atalay isminde bir adam vardı. Atalay’ın önce küçük ve şirin bir bakkal dükkânı vardı. O zamanlar Atalay gayet dinine sadık, namazında niyazında olan, zekâtını zamanında veren, 2 üniversiteli çocuğa bile burs veren bir adamdı… Sonra bakkal dükkânını büyütüp market açtı. O zaman namazını biraz aksatmaya başladı çünkü artık işleri çoğalmıştı. Ve işleri güzelle gitti, bir market daha açtı, O zamanda artık iyiden iyiye namazı bıraktı. Sonra bir market daha ve bir market daha. Artık Atalay 4 market sahibiydi. Burs alan gençler bir gün Atalay’ın yanına geldi, yanlarında 2 arkadaşını daha getirmişler ve dediler ki; Atalay Bey artık işleriniz çok iyi 4 marketiniz var bu arkadaşlarımıza da burs verseniz, bizler gibi onlarında çok ihtiyaçları var, dediler. Ama adam ters cevap verdi; ‘’Zaten size zor veriyorum, biz bu paraları sokak tan mı topluyoruz’’ dedi. Çocuklar çok şaşırdı, sanki o 1 yıl önceki Atalay gitmiş başkası gelmiş. Bir şey diyemediler. Boyunları bükük biçimde evlerinin yolunu tuttular. Atalay çok azimli şekilde çalışmaktaydı. Artık tamamen cimri olmuştu… Hiç kimseye 1 kuruş dahi vermiyordu. Yeni market açma peşindeydi çünkü. Bu duruma hırslandı iyice. Tam parasını biriktirmişti ki evine hırsız girdi ve yeni market hayallerini biraz daha erteledi. Yine hırslandı, Personellerin maaşını azalttı ve bazı aylar hiç vermedi bile. Yine tam biriktirmek üzereyken marketinin birinde yangın çıktı yangın çok kuvvetliydi, Yandaki eve de sıçradı ve o evde hasar gördü. Onların masrafı, marketin masrafı Atalay’ın market açma olayını yine erteler. Baştan yine başlar bu sefer Atalay daha da hırslanır. Neredeyse sadece ona odaklanmıştır. Hiç kimseyi görmez. Çocuklarını, Eşini hep tersler. Bir gün Eşi ‘’ Bey bu akşam yemeği dışarda yesek, çocuklar içinde güzel olur ‘’ . Atalay bir anda canavarlaşır, ‘’ Ne, Ne, Ne dışarısı yaaa boş ver mis gibi evimiz varken’’. Adam bu hale gelmişti, yani. Hırslı bir şekilde hep para biriktirmekteydi ve bu arada da yeni dükkanlara bakmaktaydı. Çünkü bu açacağı market büyük olacaktı, çok büyük. Sonunda parası oluştu ve yeni büyük dükkânda bulur ve hemen 3 güne açarlar marketi. Adam çok sevinçlidir. Açılış gününde herkese sevecen yaklaşır. Sonra 2 gün böyle marketini işletir ve o akşam marketlerinin 5’inde de yangın çıkar. Adam çıldırmak üzeredir eşi biraz sakinleştirmeye çalışır ama olmaz. Hemen ambulans çağırırlar.2 Hafta geçer adam hala şoktadır. 5 Marketinden eser kalmaz. Allah (c.c.) cimriliğin karşılığı olarak elinden alır hepsini. Atalay’ın artık aklı başına gelir. Eskisi gibi bir bakkal dükkânı açar. Onu hiç büyütmez. Kazancı fazla olur fakat o burs vererek, hayır kurumlarına bağış yaparak elden çıkarır. Artık eskisinden de fazla Dinine bağlı bir Atalay olmuştur. Eşine ve çocuklarına saygıyla yaklaşan Atalay olmuştur. Artık sadece 1 bakkal dükkânı vardır fakat eskisinde çok çok daha mutludur.

Günde 1 saat kazanmanın 20 yolu


Zamanla yarışınızda sık sık geride kaldığınızı mı düşünüyorsunuz? Zaman mı size yetmiyor yoksa siz mi zamana söz geçiremiyorsunuz? Her gün fazladan bir saatiniz olmasını istemez misiniz? Cevabınız evet ise beş dakikanızı ayırıp aşağıdaki 20 yönteme göz atmanızda büyük yarar var. Akşam olmuş, işler yetişmemiş… Kaçımız kendi kendimize “Ah bir saatim daha olsaydı!” dememişizdir? Halbuki, günlük çalışma düzeni içinde bir iki doğru alışkanlık, size günde… 1 saat kazandırabilir. İşte size zaman kazandıracak 20 öneri…

Ortalığı düzenleyin

Düzensiz bir oda, bir masa insana daima “çok işi varmış, yetişemiyormuş” intibaı verir. Toplayın, düzenleyin! Günlük çalışmanızda işe yaramayan her şeyi kaldırın. Dosya ve evrakınızı en basit, en akılcı sisteme göre düzenleyin: En çok ihtiyaç duyduklarınız en yakında!

İşten işe atlamayın

Bir dosyayı bırakıp öbürünü almak, bir iş bitmeden öbürüne geçmek size sadece dikkat, enerji ve zaman kaybettirir. Bir işe konsantre olup yol almak her zaman en verimli yöntemdir. Elinizdeki işi ya bitirin, ya dosyaya kaldırın ya başkasına yönlendirin.

Gününüzü planlayın

15 dakikada yapacağınız işe bir saat ayırmak çok yaygındır. Mutlaka gününüzü önceden planlayın. Yapmanız gereken işleri (meşhur ’to do list’) alt alta yazın. Hangi iş önemlidir, hangi iş acildir, belirtin. Böylece sabah işe geldiğinizde önceliklerinizi bilirsiniz.

Dinlenmeyi unutmayın

Unutmayın: Zaman kazanmak için, boşa harcamayı da bilmek gerekir. Verimli çalışmak için iki yoğun çalışma arasında bir boşluk gerekir. Uzmanlar, 90 dakika çalışın, arada bir kahve molası verin, bir arkadaşınızla sohbet edin, bir tur atıp gelin diyorlar.

İlişkileri düzenleyin

En sevdiğiniz iş arkadaşlarınız size en çok zaman kaybettirenlerdir. Kuralları belirleyin: Acil olmayan işler için birbirinize not gönderin, kalkıp gelmeleri yerine e-posta atmalarını isteyin, acil durumlar dışında şu saatte kapım açık deyin, kahve molasını kullanın…

Verimli saatleri bilin

Günün hangi saatlerinde en formda olduğunuza bakın, en çok dikkat isteyen işleri bu saatlere denk getirin. Kimi insan sabah zindedir, kimi akşam saatlerinde hatta gece daha iyi çalışır. Günlük programınızı “biyolojik saatinize bakarak” düzenleyin.

Hayır demeyi öğrenin

Günlük planınızı yaptınız, işe koyuldunuz, ama bir arkadaşınız bir konuda sizin görüşünüze ihtiyacı olduğunu söyledi. Ayıp olur diye kabul edeceksiniz… Ama yanlış! Bir kere peki derseniz, bir daha zamanınıza hakim olamazsınız. Kırıcı olmadan hayır demeyi öğrenin.

Randevuları iyi ayarların

Gün içindeki randevular ciddi zaman kaybıdır. En iyisi, görüşmeleri sabah erken (işe gitmeden) akşam geç saatlere (işten çıkarken) koymak, böylece gidip gelmekten kurtulmaktır. Randevu kaç dakika sürecek belirleyin. Uzayıp giden yemeklerden kaçının.

Bitmeyen toplantılara hayır

Size gerçekten ihtiyaç yoksa toplantılara gitmeyin. Bitmeyen toplantıları kabul etmeyin. Kim katılacak, kim ne diyecek, kaç dakika ne yapılacak… önceden planlayın ve plana sadık kalın. Geç kalanları beklemeyin. Geyik yapılmasına izin vermeyin.

Sabah işe erken gelin

Sabah işe erken başlamak, sakin kafayla bir işi ele almanıza imkan verir. Ayrıca insan en iyi sabah konsantre olur, genelde sabah daha zinde olur. Böylece akşam erken çıkabilirsiniz. Akşam iki saat geç çıkmak yerine sabah bir saat erken gelmek… iyi değil mi?

Her işi kendiniz yapmayın

“Vaktim yok” diye şikayet edenlerin çoğu, delege etmeyi bilmeyenlerdir. Her işi kendiniz yapmak, her şeyi bir de ben göreyim demek kötü alışkanlıklardır. Günlük ve basit işlerden başlayarak, mümkün olduğu kadar, delege etmeyi öğrenin.

Telefonu telesekretere yönlendirin

Telefon, işi sürekli böler. Sekreteriniz varsa, kiminle ne zaman konuşacağınızı önceden belirleyin. Yoksa, bir telesekreter kullanın: Mesajı dinleyin, önemli olanlara siz cevap verin. (Cep telefonu da aynı görevi görmeli: Arayana bakın, gerekliyse siz arayın.)

E-postalara takılıp kalmayın

(İşiniz aksini gerektirmiyorsa) Gelen e-postalara günde 2-3 kereden fazla bakmayın. Şu şu saatler arasında mesajlarıma bakacağım, şu şu saatlerde cevaplayacağım diye bir kural koyun. Genelde sabah işe başlamadan, öğlen yemek öncesi, akşam çıkmadan…

Posta kutunuzu düzenleyin

Ayrıca, zaman kazanmak için, posta kutunuza da bir düzen getirin. Eski mesajları neye göre düzenleyeceksiniz (gönderene göre mi, konuya göre mi…). Ondan sonra otomatik düzenleme için (gerekirse bir uzmanın desteğiyle) gerekli emirleri verin.

Öğle yemeğini hızlandırın

Boğazınıza dizmeden, öğle yemeği için ayırdığınız zamanı kısaltabilirsiniz. Kantine herkesin gittiği, uzun kuyruklar olan saatte gitmeyin. Yarım saat önce veya sonra gitmek, size en az bir yarım saat kazandırır. Ayrıca öğlen ağır yemeyin.

İnternette vakit harcamayın

İşinizi yetiştirememenizin bir sebebi de, internet olmasın sakın? (Fransa’da yapılan bir ankete göre, ortalama bir çalışan internette geçirdiği 86 dakikanın 58’ini şahsi sörfe harcıyor. Ve verimliliği yüzde 14 düşüyor.) Şahsi sörfü boş zamanlara bırakın.

Bir seferde bir iş yapın

Eğer bir yandan telefonda konuşup bir yandan e-postanıza cevap vermenin size zaman kazandırdığını sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Aynı anda ne kadar çok iş yapmaya çalışırsanız, veriminiz o kadar düşer, zaman kaybedersiniz. Aynı anda iki iş yapmayın, konsantre olun.

Kahve içerken zaman kazanın

İnsan farketmeden kahve veya sigara molasında çok vakit kaybeder. Kahve almaya gitmek bile zaman kaybıdır. Kuralları koyun: Günde şu kadar kahve alacağım, şu kadar ara vereceğim, sohbet edeceğim. Ve kalabalık saatlerde kahve makinesinde kuyruk yapmayın.

Bilgisayarla uğraşmayın

Bilgisayar kendi kendine kapanıp açılıyor, yavaş çalışıyor, internete bir türlü girmiyor, gönderdiğiniz dosya gitmiyor… Bilgisayar işinizi kolaylamalı, hızlandırmalı, aksi değil. Teknik servis arızaları gidersin, siz de kullanmayı iyi öğrenin.

Sürprizlere hazır olun

Zamanınızı planlar ve düzenlerken, sürprizlerin kaçınılmaz olduğunu da unutmayın. Beklenmedik ama reddedilemez bir telefon veya ziyaret, ters giden bir iş… Aylık, haftalık, günlük programınızı yaparken “beklenmedik durumlar” için yüzde 20’lik 30’luk bir boşluk öngörün.

Kaynak : yenibiris.com

Seksenlerde çocuk olmak demek


 

Seksenlerde çocuk olmak demek

Seksenlerde çocuk olmak demekHerşeyden önce, gerçekten yaşayan son kuşak olduğunun farkına varmek demek.

Voltranı oluşturmak demek, Clementiné’indeki karakterlerden ciddi ciddi ürkmek demek, Transformers demek. She-Ra, He-Man’in kardeşi yoksa sevgilisi mi diye anlayamamak, yine de She-Ra güzel kız ama! demek.

“Biberleyelim!” demek beyzbolu çizgi filmlerden öğrenmek ama o çizgi filmin ismini hatırlayamamak demek. Red-Kit demek, Daltonlar demek. Rintintin ve Düldül demek. “Leyk leyk laki luyk” diye uydurma sözlerle Red-Kit’in şarkısını söylemek. Heidi, Polianna demek. “Şekerkız Candy” demek. Eğer gerçekten iyi bir çocuk olursak, bir gün ormanda Şirinler’i görebileceğimize inanmak demek. “Şirin Baba”ya itimat etmek, “Şirine”ye aşık olmak demek.

Seksenlerde çocuk olmak demek - Kara ŞimşekKara şimşek demek, böyle bir araba olur mu acaba diye ciddi ciddi kafa yormak demek. “Maykıl Nayt” demek. A-Takımı demek, Kuzen Larry demek. Sally Spoon demek, Hayat Ağacı demek, “Kayl Mestırs”, “Sem”, “Meri Hala” demek. “T & T” demek, hep oradaki botlardan istemek demek. Yalan Rüzgarı demek. Bizimkiler demek, Ali’nin son sözlerini dinlemek demek. Dallas’ı gerçekten izlemek, “Dallas gibi oldu” ya da “Dallasa döndü” diyebilmek demek. “Otomen” demek. Elektrikten adam olur mu acaba? diye düşünmek demek.

Hayalet Avcıları demek. Gerçek “Yıldız Savaşları” ve “Uzay Yolu” demek. “Back to the Future” demek, o doktorun yanında çalışmak istemek, “zamanda yolculuk” demek. Tüm bunları sinemada izleyebilmek demek.

Yılbaşı geceleri, TRT’deki kat kat tül ve çarşaf içindeki “dansöz”leri izlemek demek. “Bir başka gece demek”. “Perihan Abla” demek “Şakir” demek, “Kuzguncuk” demek. Ali Atik – Ayşegül Atik’li dikkat programlarını izlemek. “Bunları Biliyor musunuz?” uyarılarını dikkate almak demek. “Tarih affetmez ama trafik hiç affetmez!” demek. “Ben yapınca alışverişi, zaten alıyorum satış fişi” demek. Ne yaparsak, bize “Yol-Su-Elektrik” olarak geri döner diye bilmek demek.

“Eteğim şık, Ayhan ışık. Sözüm söz, Tugay Toksöz….” manilerini ezbere bilmek demek. Çoşkun’un tecavüzlerine şahit olmak, Nuri Alço’nun gazozlara ilaç atışını hayretle izlemek demek.” Kötü Adam”lar demek. “Yeşilçam Figuranları” demek. Ahu Tuğba’yı kötü hayatların kadını olarak benimsemek ama güzelliğine kitlenmek, onunla baştan çıkmak demek. Hülya Avşar’a aşık olmak demek “Mavi Mavi” demek. “Nayır! Nolamaz!” demek. Esrarlı, eroinli, kötü yollu filmleri izlemek demek. “Küçük Emrah” demek, filmlerde ne kadar zavallı olsa da onu hep takdir etmek demek.

Kemal Sunal demek. “Çiçek Abbas”, İlyas Salman demek. Cüney Arkın demek, bu adam gerçekten karete biliyor mu diye merak etmek. “Uçan tekme” demek. Bu uçan tekmenin bir reklam filminde güzelim buz dolabına atıldığını hayretler içinde izlemek demek.

Kanal değiştirmek, ses açıp kapamak için kalkıp televizyonun yanına kadar gitmek demek. Bundan yorulmamak, çünkü topu topu bir iki kanala kendini adamak, TRT 2, TRT 3 yayına gireceği gün ve saatte ödevleri yarım bırakıp “acaba ne görünecek!?” diye televizyon başına koşmak demek. “İstiklal Marşı” çıkıncaya ve bitinceye kadar televizyonu kapatmamak demek.”Ay ti ti – Şab Lorentz” demek, “SABA çok iyi televizyon” demek, Simoviç’e itimat etmek demek. Şeytan Rıdvan demek, Tanju demek. Prekazi demek.

Zeki-Metin, “Devekuşu Kabare” demek. Adile Naşit’ten masallar dinlemek demek. “Kuzucuklarım” demek.

“Mintaksla canım mintaksla” demek, “BP Süper V” demek, “Yakalayın yeşil ışığı” demek. Ve gerçekten de o kapağı açında yeşil ışık çıkacak sanmak, annelerden gizli gizli Mintax kutusunu açmak demek. “Her genç kızın başına gelir” demek.

Leblebi tozu demek, leblebi tozu yerken “Yusuf!” demek, bütün tozları ağızdan püskürmek demek. Turbo sakızlarının tadını alabilmek, içinden çıkan bütün resimleri biriktirmek demek. Minti demek, Pembo demek. Horoz Şeker’ini gerçekten görmek ve yemek demek. Şemsiye/Baston çikolatayı tadını hiç de sevmeden yiyebilmek demek. Kolayla Fantayı karıştırmak, Elvan gazozundan da içmek demek. Pastanelerin bol yağlı patates cipsleri demek. Alman pastası demek.

Bixi Cola, RC Cola demek. Golden sakızları demek. Cam şişe kola demek. Depozito nedir diye çok iyi bilmek demek. Kutu kola halkası biriktirmek demek. Niyet kazımak demek, karşılığında naylon oyuncaklar alabilme ümidi demek. Bunlara tamah etmek, çünkü “Kinder Sürpriz” çok pahalı demek.

GırGır demek, Fırt demek. “Avni” demek. “Oğuz Aral” demek.”Yavlum Mithat” demek. “Prof. Dr. Zihni Sinir”in en önemli icatlarına şahit olmak demek. “Tan Gazetesi” demek ve o gazetenin verdiği “bez futbolcu”ları alıp evde dikip pamuk doldurarak bebek yapmak demek. Karton maket evler demek. Bando demek, Milliyet Kardeş demek. Hangisi daha çok oyuncak veriyorsa onu almak demek. Ama neden her oyuncağın üzerinde “Signal” ya da “Tadelle” yazıyor diye bir anlam verememek demek. Yalvaç Ural demek.

“Arzın Merkezine Seyahat” demek. “Ömer Seyfettin” demek, Andersenden ve La Fontene’den masallar demek. “Dede Korkut” demek. “Keloğlan ve Ali Cengiz Oyunu demek” Poşet içinde kitap setleri almak demek. “Cin Ali” demek, “Suna, Oya” demek. Tommiks Teksas demek.

“Amerikan traşı” demek. Converse ayakkabı demek, “All Star”da nedir ki diye merak etmek demek. Biryantinin yerini jöleye bırakması demek. Mont, kaban, palto ya da ceket değil, “anorak” demek.

PacMan demek. “Yem yem yem…” diye bütün yemleri toplarkan “bu adamlar nasıl takip edebiliyor beni?” Demek. Süper Mario demek. Commodore 64 demek, Amiga 500’ü biryerlerden duymak demek. “Kafa Ayarı” demek, bunu becerememek bir bilene yaptırmak demek. Oyun yüklensin diye dakikalarca bekleyebilmek demek. SVI 328, “siyah atari”ler demek. İki renkli grafik özürlü atarilerle keyifden delirmek demek. “Street Fighter”, “Chun-Li” demek. “Ken” ve “Ryu” demek, “aduuuket!” demek hatta abartıp “taktak tuuuuket!” demek. Sanki ne kadar sert basarsan tuşlara adam o kadar sert vuracakmış gibi davranıp, atari salonlarındaki “kol”ların elinde kalabilmek üzere olduğunu hissetmek demek. “Geymvoç” diye anılan el atarileriyle oynayabilmek demek.

DVD, VCD ya da MMC değil, VHS ve BetaMax ve hatta kısaca Beta demek. Videocudan film kiralamak. “Büyük kaset mi küçük kaset mi?” sorusuna ukala ukala “BetaMax bizimkisi” demek ama arkasından yine de “küçük olanlardan” diye eklemek. Video’ya “tracking” ayarı yapmak ama saatini hiç bir zaman ayarlamamak demek. “Alman” filmleri efsanesine tanık olmak demek.

“WalkMan” demek. Kaset demek.

Seksenlerde çocuk olmak demek - George Michael“Şeri şeri leydi… rını rını rınnı!” diye şarkı söylemek, sözleri zor gelince de “Şeri Şeri Leydi, bu ne biçim kedi, bütün eti yedi rınnın nırını!” diye yeni sözler üretmek. “Bradır Luyi” demek. Hatta “Grup Vitamin” demek. “Dıpeç Mod” demek. “Big in Japan” demek. “Modern Talking”, “Duran Duran” ve “A-ha” demek. Ve bunların bir çoğunu abilerimizden öğrenmek demek. “Doldurma – Çekme kaset” demek, çift kaset çalarlı teyplerden kasetten kasete kayıt yapmak demek. Kayıt sırasında odaya giren aile üyelerinden herhangi birine el kol hareketleriyle “sus! Sessiz ol!” diye işaret etmek, panik olmak demek. Aynı teyplerde kaset dinlerken yanlışlıkla “record” tuşuna basarak kaseti mahvetmek demek. “Maykıl Ceksın” şarkıları demek. “Michael Jackson”lu Pepsi reklamlarını izleyebilmek demek. “Layf is Layf” demek. “Komançero” demek. “Technotronic” müziği ilk duyan insanlardan olmak demek, buna rağmen bugünlerde onu kendi nesline mal edenlere karşı yine de susabilmek demek.

“Lambada” ve “Yeke yeke” demek. “Ken taç diz!” demek. Mc.Hammer’ın şalvarına hayran olmak, onun uğruna ağı iki karış aşağıda pantalonlarla dolaşmayı göze almak. Dr.Alban demek, “its may layf” demek, “no haş haş no vitamin” demek. Gerçekte sözlerinde “vitamin” değil “no haş haş no amfitamin” dediğini yıllar sonra anlayabilmek demek.

Rap müziği iliklerde hissetmek demek. Sokaklarda Mc.Hammer taklidi yapan insanlara rastlamak demek. Kapşonlu sweetshirt giymek demek.

Seksenlerde çocuk olmak demek - Barış Manço - Adam Olacak ÇocukBarış Manço, Metin Milli, Sezen Aksu demek. Erol Evgin demek, onunla birlikte “ateşle oynama…” demek. Korhan Abay demek, saç modeline kafayı takmak demek. Cenk Koray demek, “kutunuzu açıyorum” demek ve bu sözü günlük hayatta en az bir kez kullanmış olmak demek. “Müzik Yelpazesi”, “Çikolata Renkli Sanatçı” demek. “Sezen Cumhur Önal” demek. Eurovision demek, “Törki tu point” demek. “Eninde petrol sonunda petrol” demek. Ersen ve Dadaşları, “Aman tertip can tertip, hasrete katlan tertip” demek. “Tolgahan ve dans gurubu” demek.

Cem Karaca demek, “Tamirci Çırağı”, “ıslak ıslak” demek. “Sana kek yaptım!” diye şarkı olmayacağını bilmek demek. “Birşey yapmalı!” demek Moğallar demek. “Selvi Boylum Al Yazmalım” ve “Devlerin Aşkı” demek. “Arap Saçı”na dönmek demek, “Erkin Baba” demek.

“Burası İstanbul Polis Radyosu” anansonu duyabilmek demek. Telsizden arkadaş aramak ya da aranabildiğini bilmek demek.

“Yağ satarım bal satarım” şarkısı eşliğinde oynamak demek. Sek sek demek. Hulahop çevirmeye çalışmak, sokakları aerobik salonuna dönüştürmek demek. İp atlamak demek. Uzun eşek, birdirbir demek. Boş kutu kolayla maç yapmak demek. “Top benim! Ben kaleye geçmem!” lüksüne sahip olmak, gazozuna maç yapmak demek. Okul sıralarında bozuk paralarla parmak maçı hatta parmak güreşi yapmak demek. Kavga ederken sadece güreşmek “sen çek ben de çekicem!” diye elleri yakadan ayırmaya çalışmak demek. Kavga etmemek edememek demek.

Misket demek “kepmek” demek.

100 Lira’ya “Karagöz Hacivat” kuklası almak demek. Evde sandalyenin arkasından “Karagöz Hacivat” gösterisi yapıp ev halkına zorla izletmek demek. Telli arabalarla gezinmek demek, o arabalara pullar yapıştırmak, tanınmayacak hale getirmek demek. Üzerine yanlışlıkla biri bastığında “tekerleği kırıldı” demek. “Bemiks” demek ama yine de “BMX”in neden böyle okunduğunu anlayamamak demek. Lego pahalı olduğu için, yerli versiyonlarıyla avutulmak demek.

9 Voltluk pilleri dile değdirmek o mayhoş tadı almak demek. Atarilerin 9 voltluk adaptörleriyle de aynı şeyi denemek demek. Hatta kireç bibloların altını yalayıp o tadı da yakalamak istemek demek. Büyüteçle güneş ışığında kağıt yakmak demek. Parmak derisine iğne geçirmek, çakmak ateşi üzerinde parmak tutmak demek. Torpil ve kız kaçıran patlamak ve onlar daha patlamadan çoktan oradan kaçmış olmak demek. Tuğlanın içine koyarsak daha iyi patlar düşüncesiyle kafa göz yarma ihtimalini aklına getirememek demek.

Okulda sabahçı ya da öğlenci olmak demek. “Siyah Önlük” demek. Musti’li beslenme çantası, turuncu sabunluk ya da elbezi taşımak demek. “Otomatik kalem kutusu” demek. “Nova Color” demek, 6’lı ya da 12’li demek. Kokulu silgileri koklamak hatta onları kemirmek demek. 0.5 kalem ucu yemek demek.

Eti kemik geçiyo demek ya da bunu dememek için oyuncak naylon saatler takmak demek. “Herıld yani” demek.

“Çıkma teklifi” demek. “Benimle çıkar mısın?” demek ama “harbiden sevmek!” demek. Cep Telefonu’ndan haberder bile olmamak, ev telefonundan sevgilinle saatlerce konuşabilmek demek. Evini aradığın sevgilini, telefona bir başka hemcinsinin istemesi, sonra telefonu sana vermesi demek. Telefonla “şifreli konuşmak”, “annemler yanımda!” durumunu ifade etmeye çalışmak demek. Zırt pırt arayamamak, çağrı bırakamamak, mesaj atamamak demek böylece daha çok, daha gerçek özlemler yaşamak demek. Mahalledeki ablalara abilere aşık olmak demek. Hatta büyüyünce onla evleneceğini kafaya koymak demek.

Hatıra ve anket defteri demek. Bunları önce ev halkına doldurtmak demek.

Seksenlerde çocuk olmak demek - Çevirmeli telefonÇevirmeli telefonlar demek. İstanbul’da tek alan kodu olması demek, telefonların 2’yle değil 1’le başlaması demek. Analog santral demek. Telefon jetonu demek, hatta büyük jeton küçük jeton diye ayırımlara gitmek demek. “Sayın abonemiz bu bir bant kaydıdır…” demek ve sırf bu anonsu duymak için bilinen en geçersiz numara olan 123 45 67 yi aramak demek.

“İhtilal” demek, ama ne olduğunu bilmemek demek. Kenan Evren, Turgut Özal demek. “Gorbaçov”un alnındaki iz hakkında “yanık”, “kına” ya da “kan lekesi” gibi meraklı yorumlar yapmak demek. SSCB demek. PKK nedir diye büyüklere sormak demek. Turgut Özal’dan “Ulusa Sesleniş”leri dinlemek.

İstiklal Caddesi trafiğe açık demek. Renk renk taksiler demek.

Bayramda gerçekten el öpmek. Kapı kapı şeker ve harçlık toplamak demek. Eve dönüldüğünde, torbada biriken şekerleri naneli, çilekli diye ayırmak hatta içindeki yer fıstıklarını ayrı bir yere doldurmak demek. “Royal okaleptüs” şekerlerini bilmek demek. PE-RE-JA limon kolonyası demek.

Biz ucuz atlattık, arkadan gelenlerin hiç şansı yok artık demek… Ne desen anlamayacak zamane nesli gelip de bir gün, “neler oldu?” diye sorarsa, hiç kendini yormayıp “işte öyle birşey…” demek

***********************************************

1980li yıllarda hayatının ilk tecrübelerini yaşamış, ilkokula gitmiş, Kenan Evren´i, Erdal İnönü´yü, Özal’ı tanımış olmak, Ajda Pekkan´ın Alo, Michael Jackson´ın Pepsi reklamlarını hatırlayacak kadar şanslı olmak demek.

Big in Japan, The Final Countdown, Eye of The Tiger demek.

İcraatın içinden demek, “Semra koy bir kaset de neşemizi bulalım” demek. Köprü demek, ödediğiniz her kuruş verginin yol, su, elektrik olarak size geri dönmesi demek

Seksenlerde çocuk olmak demek - VoltranVoltran Voltran Voltran demek, depozito toplamak adına kola şişesi biriktirmek demek , Adile Naşit`ten masal dinlemek demek.

Debbie Gibson, tiffany, Jason Danovan, Sandra, Modern Talking. vb. dinliyor olmak… Comanchero´nun ve life is life’ın sözlerini ezberlemeye çalışmak demek… Michael Jackson, Madonna, Samantha Fox demek

Korhan Abay, Cenk Koray, Metin Milli, Ersen ve Dadaşlar demek.

Seksenlerde çocuk olmak demek - ClementineClementine, He-man, She ra, Transformers demek.

Okula siyah önlükle gitmek demek. Kayahan, Nilüfer, Sezen Aksu, Barış Manço ile büyümek demek.

İhtilal çocuğu demek, Köle İzaura demek, Ziyaretçiler demek!!!!

Acidçi misin metalci mi demek…

Moruk demek,
Herild yani demek,
Hey corc versene borc demek,
olmaz maykil bende de yok cevabını işitmek demek,
geriye dönüp baktıkça iç geçirmek demek…

Yüzyıl içindeki en iyi, en kıyak kuşak. Hem eski hem yeni olmak demek.
Biraz gözü açık bir 80’li, yüz yıllık nesil kültürünü bir porsiyonda almış demektir.

edi mörfiiiiiii huuuuuuuuuuuuuu şörli makleeyynn yeeeeeee diye bağırıp en az bir technotronic kasetine sahip olmak demek.

Mahalle çeşmelerinden su içmek, bayramları iple çekmek, cumhurbaşkanı denince Kenan Evren’i hatırlamak demek

Koltuk altında topla okul bahçesine yalnız giderken “nasılsa oynıycak birileri vardır” diyebilmek demek

Eti kemik geçiyor demek;

Evden çıkmayan bilgisayar bebeleri haline gelmeden çocukluğunu yaşayabilmiş,son dönemin bir üyesi olmak,

Ne sorusuna zonk cevabı vermekten zevk duymak, büyüteç ile kağıt yakmak ve siyah kağıtların beyaza oranla daha kolay yandığını keşfetmek, 9 voltluk pile dilinle dokunup o ekşi anı yaşamak,

Televizyon konserlerini teybe çekerken odaya giren anneyi hemen susturmak, 23 nisan çocuk şenliğinde gelen yabancı çocuklara 5 dakikada aşık olmak demek

Son dersin son 5 dakikasında parkeleri giyip zilin çalmasını beklemek, hurraa kapıya doluşmak, dışarıya pestil olarak çıkmak demek, sinek ilacı arabalarının arkasında bıraktığı bulutta deli gibi dolaşmak demek.

Kutu kolayı açtıktan sonra kapağını çekip çıkarıp atmak demek

Tipe bak demek,

Fon müziği Laura Brannigan’dan Self Control olan günler. Bakkala gitmenin, sokakta oynamanın, harçlık toplamanın geçerli sayıldığı,Havuç´un olmadığı yıllar demek… her şeye rağmen temiz ve el değmemiş bir hayat demek… Sonrasında biz büyüdük ve kirlendi dünya demek.

Pazar akşamları mecburen yıkanmak ve erken yatmak demek

Sesi açıp kısmak için televizyonun dibine kadar gidip üstündeki düğmelere basmak zorunda olmak demek

Şehirlerarası yolculuklara çıkarken otobüsün 302s olması için dua etmek. Bilet alırken arka kapının önü ve tekerlek üstü olmasın demek.

Resimli futbolcu kartları demek, süper babaanne demek, fantayla kolayı karıştırmak demek, mahalle kavramı demek.

Çavuşevsku ve karısının kurşuna dizilişini TV’den seyretmek demek, o görüntülerin yıllar sonra bile kafadan hala çıkmamış olması demek.

Anket ve hatıra defterlerinin olması bunlara seviyorum ama kimi diye başlayan maniler yazmak,önünde tek arkasında 2 çizgi olan külotlu çorapların havada sallanarak giydirilmesi, içinde biri sabunlu iki ıslak bez olan mustili beslenme çantası, dantel yaka, yenen kokulu silgi, leblebi tozu çekerken atlatılan ölüm tehlikeleri, hulohop, ayak bileğine takılarak çevrilen top, sek sek oynamak, bayramda mahalleye dağılıp şeker toplamak, müsaitseniz annemler size gelecek demek.

TRT´nin yayın akışının bitmesiyle çalan İstiklal Marşı için ayağa kalkıp, marşı hazır olda bangır bangır söylemek ve marşın bitiminden sonra çıkan tiz “biiiiiiiiiiiiip”sesine rağmen televizyonu kapatmamak demek.

Zerrin Özer demek. Nasıl da geçmişti bütün bir yaz demek. Bu şarkıya kafanda klip çekmek demek.

Annelerin Çernobil yüzünden çay içirmemesi, gofret yedirmemesi demek.. Challenger’ın olduğu günkü haberleri hatırlamak demek.. PKK saldırılarında her gün mutlaka birilerinin öldüğünü duymak ama anlamamak demek. Veronica Castro’yu güzel zannetmek demek. Kenan Evreni Atatürk zannetmek demek.

Yazlık diskolarda içeri alınmamak demek, bunun için ağlamak ve içeride- her nedense- You are in the army now- şarkısında sarmaş dolaş dans eden abi ve ablalara bakıp özenmek demek

Gorbaçov´un kafasındaki kırmızılığın ne olduğunu merak etmek, anneye “Zeki Müren´e teyze mi diyim amca mı diyim” diye sormak,

Kenan evren´in cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılırken Çankaya köşkü basamaklarından yavaş yavaş inip sekreteriyle vedalaşmasını hatırlamak.

“Hayat Bilgisi” kitabında Kenan Evren´in resmi olması, her yere modern cami inşa etme furyasına anlam verememek, batman ve Şirnak´ın henüz il olmadığı günleri hatırlamak, Özal’ın çenesinin enteresan yapısına anlam veremeyip, “acaba benim çenem de ilerde böyle olur mu” kaygısıyla aynaya bakmak demek…

breyk breyk arkadaş arıyorum demek
Eve lazım olur diye fazlaca pul almak demek
ho ho ho hoover demek
Zeki Müren’in size alo diyoruuuum demesi demek

İlkokulda Halley, Petrol ve Komancero şarkılarını uydurma sözlerle söyleyerek dans eden Tolga Han özentisi sefil dans grupları kurmak okul sonrasında ise her gün koşturarak eve gidip; bu toprağın sesi programında kımıl zararlısı ile mücadele yöntemleri, orman köylüsünün sorunları ve yüksek randımanlı durum bugdayı türleri ile ilgili verilen faydalı bilgilerin ardından Kamber ağa ile uyanık skeçlerini büyük bir ilgi ile izlemek demek küçük yaşta bilinçli bir çiftçi kadar ziraat bilgisine sahip olmak demek sinemalarda the Lord of the rings, Harry Potter vs. izlemek yerine Jules Verne romanları okumakla geçirilen bir çocukluk demek

Aldım çantamı kolumaaa,
çıktım Dallas yoluna,
ben Babi´yi beklerken
Ceyar girdi koluma
şarkısını dansıyla birlikte bilmek demek.

Kimler geliyo kimler?
sana ne, sana ne?
Ama bunu söylemenize gerek yok ki,
ben yapınca alışverişi, zaten alıyorum satış fişi replikleri barındıran
Ali-Ayşegül Atik reklamı ve bakkal amca, bir pergel, bir kalem, bir de
çikolata alacağım.
Erooooolll, Eroooolll (mahallede çocuklardan biri) buraya gelin dedim
size
buraya !
fişini de al oğlum´daki Meşhur Erol,
hadi hep birlikte, hep birlikte,
biz biz olalım
yemeklerden önceeee,
lavaboya koşalım,
hafta da bir kere tırnakları keselim,
fırçalayıp onları tertemiz olalım diye şarkılar ezberleyen bir nesil olmak

İcraatın içinden izleyip Özal´ın kalemine bakıp hipnotize olmaya çalışmak
Videocudan American Ninja, Kartal, Kan Sporu ve Evil Dead gibi filmleri kiralamak demek

Analogtan dijitale geçiş devrini yaşamış birey olduğunu anlamak ve ikisinden de farklı zevkler aldığının farkına varmak demek

Çok güzel bir ülkenin son yıllarını hayal meyal hatırlamak, sonra da çivisinin çıkışını görerek büyümek demek

Hava durumlarının eksi değil de “sıfırın altında bilmem kaç” denildiğini bilmek demek

Apartmanın çatısına 5 metrelik anten takıp üstüne de tencere kapağı bağlayan bir abinin sizi TV önüne oturtması ve çatıdan oldu mu diye bağırıp anteni ayarlamaya çalışması . Yunanistan kanallarını görüntülemek adına .. oldu oldu diye camdan kafayı çıkarıp bağırmak ve kimsenin buna şaşırmaması demek.

Siyah beyaz ve karlı bir görüntü de olsa ..Üstelik Yunanca tek kelime anlamasanız da gündüz vakti çizgi film izlemek için az debelenmemiş olmak demek…

Muhtemelen hayatımız boyunca yaşadığımız en güzel 10 yıl demek…

TRT 1´de oluşan sorunlar sonucu yayına bir süre ara verildiğinde ekrana getirilen donuk ağaç, dağ bayır resmine 10 dakika hareketsiz bakabilmek demek,

Türkiye’de yaşamış son mutlu kuşak olduğunu hüzünle hissetmek demek…….

Youtube’da 80’lerin sonu 90’ların başı
80’li yıllarda çocuk olanların Facebook’ta kurdukları grubun üye sayısı 160 bine ulaştı…

80’lerin sonunda 90’ların başında çocuk olmanın anlamı internet dünyasında her gün yeniden üretiliyor. Çünkü şimdilerde internete içerik sağlayanların çoğunun çocukluğu 90’lı yıllarda geçti. Facebook’ta neredeyse 160 bin üyesi olan “80’lerin sonunda 90’ların başında çocuk olmak” adlı grubun güzel takdim yazısını okuyunca ‘ne kadar yüce bir kuşağız’ dedik içimizden. Sanal alemin popüler çocuğu Ekşisözlük’teki aynı başlık altında yer alan 420 entry de hep aynı şeye hizmet ediyor. Her birimiz o döneme dair başka bir şeyi hatırlıyor, hatırladıkça özlüyoruz. Kuşak olarak en çok çocukluğumuza sahip çıkabiliyoruz. Övünecek tek şeyimiz o güzel döneme denk gelmek belki de. Elbette çocuklukla birleştiği için makyajlıyor olabiliriz ama 90’larda çocuk olmak hakikaten başkaydı. Her kuşak kendini yüceltir fakat biz de eskitmedik, tüketmedik işte hiçbir şeyi; yani en azından televizyondan kalanları. En çok televizyondan çıkıyor bizim kuşağın anlam arayışı. Peki, neler izledik, neler dinledik? Siz malzemeleri hatırlamaya çalışırken, biz fırından pişmişini çıkardık. Youtube’da 80’lerin sonuna 90’ların başına gittik. Hepimize afiyet olsun.

‘Perihan abla’ dizisi: Mahalle, aile dizilerinin ilklerinden. Şakir’in Perihan demesi, Perihan’ın Şakir demesi bir başkadır.

‘Bizimkiler’ dizisi: Sadece Şükrü karakterinin (Erdal Özyağcılar) değiştikten sonraki hali (Savaş Dinçel) var Youtube’da. Çocuk aklı, dizide Savaş Dinçel’i her izlediğinde ‘gerçek Şükrü’ye ne oldu?’ sorusunu sormuştur. Pazar günlerinin karın ağrılarını arttıran bir yapım olmuştur. Zira ertesi gün okul vardır.

Parliament cinema kulubü: Artık Pazar gününün en son saatlerine gelinmiştir. Ekranı kaplayan gece mavisi rengin yaydığı enerji hiç iyi değildir ya da Pazartesinin habercisi olduğundan böyle hissediyorsunuzdur.

Tsubasa (çizgi film): O bir fenomen. Televizyonda izlemek için sabah erken kalkma sebebi. Fizik kurallarına aykırı golleri var. Sevenleri, Facebook’ta ‘Tsubasa Türk olsun’ adlı grupta örgütlenmiş durumda.

Macarena dansı: Dinlerken anlayacaksınız, istem dışı oluyor hareketler. Önce hatırlayıp hatırlamadığınızı kontrol edeceksiniz ama fark edeceksiniz ki içinize işlemiş. Dün öğrenmiş gibi dans ediyorsunuz.

Burak Kut-Yaşandı Bitti: Klip algımız değişmeye başladı. Amerika’da siyah dansçılarla dans eden, motosikletle arabanın üzerinden atlayan bir popçumuz vardı.

Parizyen reklamı: Jingle denen şeyin önemini anlatan bir reklam. Yıllar geçse de pek unutulmayacak sözlere ve müziğe sahip.

Luna reklamı: Youtube’daki tek Luna reklamı. Sloganı ‘Siz hâlâ annenizin margarinini mi kullanıyorsunuz?’ idi. ‘Annenizin margarini’ diye markalaşan ‘Sana’ya da gönderme yapıyordu. Yıllar sonra çakılan köfteler apayrı bir konu.

Mr. President-Coco jambo: ‘Ayyayaya coco jamboo ayyayai’, böyle başlar bu şarkı. İngilizce şarkıları uydurma geleneğinden gelenler için çok uygun ve kolay bir ses yapısı vardı…

Sucu çocuk, garanti bankası reklamı: Melih Kibar’ın yaptığı müzikle kendiliğinden bir hüznü var sanki bu reklamın.

Yonca Evcimik-8.15 vapuru: ‘Okai yamaşita kombamba kombamba’. Bize en başta şunu demeliydiler 90’larla ilgili: ‘Sakın anlamaya çalışmayın’.

Hakan Peker-Hey Corc: Anlamadan sevdiğimiz, bağrımıza bastığımız bir kardeşimizdi Maykıl, ama meteliksizin tekiydi.

Komedi Dans Üçlüsü (Erol Köse, Hakan Rullas, Murat Akaya): Kimi ‘bunları mı izliyor muşum ben?’ diyor, kimi de ‘yine olsun yine izlerim’. Biz ‘yorumsuz’ deyip yeterince yorum yapmış olalım.

Kaoma-Lambada: Lambada ayakkabıları satılıyordu. Masraflı bir şarkıydı kendileri.

Tarkan – Kıl Oldum Abi: Seni her halinle seviyoruz, yurda dön artık.

Susam sokağı – jenerik müziği: Bir masumiyet anıtıdır. İzlendiği, duyulduğu andan itibaren bambaşka oluverirsiniz.

Grup Vitamin – Takmayacaksın Tak Açacaksın: Önce erken ölümü acıtır Gökhan Semiz’in. Sonra bir başka sevilir, benimsenir Grup Vitamin. Şarkı Yedigün reklamında da vardı.

Tayfun – Hadi Yine İyisin: Okuma bayramlarında çok taklit edildi. Deri ceketle kombinlenen oyuncak saksofonları hatırlayın.

Cartel – Cartel: Şarkının sözlerinin hâlâ ezberinizde olduğunu izlemeye başladığınız anda anlayacaksınız. İlk rap şarkımızdır, Almanya’ya giden ailelerin çocuklarının ilk popüler kültür hadisesidir.

He-man (çizfi film): Gölgelerin gücü adına, güç ondaydı artık. He-man kılıcı satılırdı pazarlarda.

Emel Müftüoğlu – Hovarda: Ne klip ama. Abdullah Oğuz yönetmiş, MTV’den ödül almış, Seray Sever ilk defa bu klipte görülmüş ve televizyon dünyasına buradan geçmiş.

Cemali – Duymak istiyorum: Böyle bir şarkı, böyle bir ikili gelmemiştir bir daha. Saygıyla selam ederiz.

Barış Manço ve Adam Olacak Çocuk: TRT’nin bu dev kültür hizmetini tekrar yayımlamasını yürekten istiyoruz.

Şeker Kız Candy: Biz tekrar bölümlerini izlemişiz, asıl sahipleri bizden önceki kuşak, yani 80’liler.

Google´in İlginç Başarı Öyküsü


1938 Yılıydı AMERİKALI Matematikçi Edward Kasner

Mesai Bitiminde Evine Geldi.Kapıda Uzun Zamandır Göremediği 9 Yaşındaki Yeğenini Görünce Kasnerın Yorgunluğu Bir Anda Dağıldı.Bütün Sevgi Ve Şefkatiyle Yeğenine Sarıldı.Yeğeniyle Şakalaşan Edward Sordu: Söyle Bakalım Sana Çok Büyük Bir Rakam Versem, Onu Tanımlayan Bir Kelime Uydur Desem Bana Ne Dersin ?

Çocuk Biraz Düşündü Sol Gözünü Biraz Kırparak: ‘Googol Dedi. Kanser Bir Anda Bu Kelimeye Isındı Ve Sempatik Buldu. Böylece 10 Üssü 100 E Googol Adını Verdi. UZUN BİR ZAMAN SONRA BAŞKA BİR MATEMATİKÇİ BENCE 10 ÜSSÜ 100 E GOOLPLEX Demek Daha Mantıklı Ve Hoş Geliyor. Dedi. Yeni İsim Çoğu Kişi Tarafından Benimsenince Artık Böyle Söylenmeye Başlamıştı.

Aradan Yıllar Geçti.Stanford Üniversitesi Matematik Bölümünde Okuyan Sergey Brin Ve Larry Page Öğrencilik Yıllarında Bu Okulda Tanışıp Birbiriyle Arkadaş Oldular. İki Arkadaş Oldukça İyi Anlaşıyorlardı. Onların Ortak Bir Noktaları Da Derslerden Aldıkları Notların Yüksekliğiydi.Okul Arkadaşları Ayrılmaz İkiliye İki Kafadar Dahi Diyorlardı.

Bir Gün Bu İki Samimi Arkadaş Konuşuyorlardı.

“Biliyormusun Sergey Ne Düşünüyorum? Okulu Bitirince Birlikte İş Kuralım.Beraberce Birçok Şeyi Başarırız Ne Dersin?”

“Haklısın Larry Seninle Aynı Fikirdeyim…”

Nihayet Okul Bitti. Yeni Mezun İki Mühendis Sektörde Boşluk Olan Bir İşi Yapmak İstediler.İnternette O Sıralar Arama Motorları Yetersizdi.Bu Alan Oldukça Cazipti.Ama 2 Gencin Finansı Sağlayacak Yeterli Birikimleri Yoktu.

İki Zeki Adam Bize Kim Yardımcı Olur Diye Konuşurlarken? Akıllarına Çok Parlak Bir Fikir Geldi.Kendileri Gibi Stanfod Mezunu Olan Amerikalı Bir İşadamına Gitmek… Bu Adam Varlıklı Ve Bilişim Sektörünün Öncülerinden ANDY BECHOLSHEİM’di.

Ona Projemizi Anlatalım,Şansımızı Deneyelim Anlatmakla Ne Kaybederiz? Diye Kendi Aralarında Fikir Yürüten İki Arkadaş Soluğu Ünlü İş Adamının Evinde Aldılar.Fakat Defalarca Ona Ulaşamadılar

Bir Gün İki Genç Umutsuzca Yine Mr. BECHOLSHEİM’ı Sorarlarken Arkalarından Gelen Bir Ses Buyurun Benim Dedi

Şaşırdılar Günlerdir Konuşmak İçin Çabaladıkları Adamın Karşılarındaydılar. Fırsatı Değerlendirip 15 Dakika Boyunca Nefes Almadan Anlattılar

“Bitti Mi?”

Gençler Elleri Boş Döneceklerini Anlayıp, Üzgün Bir Yüz İfadesiyle

“Evet Efendim Bitti!” Dediler.

Mr.BECHEOLSHEİM Sözü Aldı: “Konuşmlarınız Bana Çok İnandırıcı Geldi. Şimdi Size 100.000 Dolarlık Bir Çek İmzalıyorum Haydi Gerçekleştirin Söylediklerinizi!”

Çok Sevinerek İşe Koyulan İşe Koyulan İki Genç İlk Olarak Kendileri De Matematikçi Oldukları İçin,Dahi Bir Matematikçinin Anısına ; Onun Bulduğu Googol Adında Karar Kıldılar. Daha Sonra Siteyi Goolplex Diye Adlandırmak Onlara Daha Hoş Geldi.Daha Sonra İse Telefuzdaki Zorluk Nedeniyle Google Olarak Değiştirilen Site Günümüzde Bir Numaralı İnternet Arama Motorudur

HEDEFİNİZİ NASIL TANIMLARSINIZ?


HEDEFİNİZİ NASIL TANIMLARSINIZ?

Başarıya götüren “hedef belirleme “ çalışmasının ilk aşamasını “hedefin tanımlanması” teşkil eder. Hemen herkes zihninde bir hedef ya da gönlünde bir aslan taşır. Ama neredeyse hemen hiç kimse gönlünde taşıdığının boşlukta sallanan bir hayal veya avuntu olduğunu bilmez. Aşağıda başlıklar altında işlediğimiz konuları inceleyelim. Bu özelliklere sahip olmayan istekler hedef olamaz. Gerçekleşemez:
1. Hedef tam istediğimiz şey olmalıdır. Vali olmayı hedeflediğini düşünen kişi gerçekten bunu istiyor mudur? Eğer fırsatı olursa bir Einstein veya bir Edison olmayı da kabullenebilecekse hedefi yoktur demektir. Çünkü tam istenen hedef ne kadar yüksek olursa olsun tamamen farklı olan bir başka hedefle çabucak yer değiştirebiliyorsa her defasında hedefe sahip olan kişi neredeyse sıfırdan başlamak zorunda kalır. Yerinden sık sık oynayan taşın etrafında taşa bağlı hiç bir şeyi sabitleştiremezsiniz.
Hedefimizin tam ve gerçekten istediğimiz şey olup olmadığını nasıl belirleyeceğiz? İlk önce ne kadar istediğimizi sorgulamamız gerekir. Hayal edebileceğimiz alternatif hedefleri bir araya getirmemiz ve bunların arasından birisini nihai olarak seçmemiz gerekir. Bu belirlemede hedefin bize kazandıracakları şeyler önemli bir kıstas olabilir. Ayrıca tam istediğimiz hedefi, değer yargılarımız, uzmanlık alanımız, cinsiyetimiz, hazır birikimlerimiz ve muhtemelen çevremiz şiddetle etkileyecektir. Bir Müslüman’ın en iyi pop şarkıcısı olmayı hedeflemesini bekleyemezseniz. Bir fizikçi heykeltıraşlığa kalkışmaz. Bir kadın ordu komutanlığını hedeflemez, vs… Belirlediğimiz hedefi gerçekten istememiz için alternatif hedeflerden -nazarımıza ve şartlarımıza göre- üstün olması ve bize hayatın anlamı açısından çok şey kazandırıcı olması gerekir.
2. Hedef gerçekçi olmalıdır. Kuş gibi kanatlanıp uçmak gibi uyduruk hedefin bir anlamı yoktur. Hedefte gerçekçiliğin unsurlarının korunması çok önemlidir. Belirlediğimiz hedef dış gerçeklikle uyuşuyor mu ? Yani dünyanın işleyişinin dışında peri masalı gibi bir hedef mi tutturmuşuz. Kuş gibi uçamayız. Çünkü dış gerçeklikte insana kuş gibi kanatlar hiç bir zaman takılmamıştır. Ve takılmaz. Hedef kişisel gerçekliğimizle de uyuşmalıdır. Eğer dilimiz kesilmiş ise bizim kişisel gerçekliğimize uyan en ideal hedef hatip olmak değildir. Hedefin gerçekçiliğini belirlerken dikkate alacağımız bir üçüncü husus hedefin nelere sahip olmamızı gerektirdiğini hesaplamamızdır.
3.Hedef kesin bir tanım taşımalıdır. Hedefin kesinliği her zaman ve şartta bütün ayrıntılarıyla “Beş-N” sorularına cevap verip vermediğiyle ölçülebilir. Yani “ ne istiyoruz, nerede istiyoruz, ne zaman istiyoruz, nasıl istiyoruz, ne kadar istiyoruz?” Bu sorulara açık ve kesin bir cevap vermeyen, bunun yerine siyasetçilerin çoğunlukla yaptıkları gibi genellemelere dayandırılan hedefler gerçekleştirilemezler. “Yapmalıyım. Az/çok miktarda… Yakın bir zamanda… Buralarda bir yerlerde vs..” Bu genellemeler hep genellendikleri şekilde kalmayı tercih ederler.
İşte genellenmiş bir hedef: “Çok zengin olmak istiyorum.” Hiç kimse boşuna zenginliği bu şekilde istemesin. Çünkü bu şekilde herkes istiyor ama hep bu şekilde istemeyenler zengin oluyor. Hedefin kesinliğinin ölçülmesiyle ilgili ayrıntıyı aşağıdaki örneklerde birazdan inceleyeceğiz.
4. Hedef detaylandırılmış olmalıdır: Hedef soyut/ mücerret ana hedeften ve bunun altında gittikçe müşahhaslaşan, eylem/ fiil planına yaklaşan alt hedeflerden oluşmalıdır. En tepede teorik ana hedef bulunur. Bunun altında ana hedefe götüren teorik alt hedefler vardır. Her teorik alt hedefin altında tamamen eyleme/fiiliyata dönük pratik alt hedefler vardır. Bu pratik alt hedefler belirlenirken hedefin yukarıda geçen “Beş-N” sorularını kesin şekilde cevaplayıp cevaplamadığının sağlamasının yapılması gerekir.
İzin verirseniz şimdi bu sağlamayı aynı konu üzerindeki farklı cümleleri karşılaştırarak örnekleştirelim.
Ana teorik hedefimizin altındaki alt teorik hedefimiz şu olsun: “Dostları tarafından sevilen insan olmak.” Sevilen insan olmaya götürecek daha alt seviyedeki teorinin/pratiğin kesiştiği noktadaki alt hedeflerden birisi şu olabilir: “Dostlarıyla irtibat kurmak.” Şimdi alt eylem taktiklerine geçiyoruz. Beş-N sorularının ne kadar cevaplandığına dikkat edelim.
• ”Dostum A ve B ile irtibat kuracağım.” Hangi dostlarımla, nerede, ne zaman, nasıl, ne kadar? Bu sorular cevapsız. Dostlarınızla irtibat kuramazsınız.
• ”Dostum A ve B ile işyerinden irtibat kuracağım” Kim ve nerede sorularına cevap var ama daha üç-N belli değil.
• “Dostum A ve B ile çarşamba günü saat 5.00’de işyerinden irtibat kuracağım.” Nasıl, ne kadar soruları hala cevapsız.
• “Dostum A ve B ile çarşamba günü saat 5.00’ de işyerlerinden telefonla görüşüp kendilerini çok özlediğimi söyleyeceğim ve çocuklarının hastalığının ne durumda olduğunu soracağım.”
• Burada son cümle ile Beş-N cevaplanmış ve pek iyi bir alt pratik(eyleme dönük) hedef belirlenmiştir.
• Tekrar özetleyecek olursak belirlediğimiz hedefin alt hedefleriyle birlikte istediğimiz şey olup olmadığına, gerçekçilik derecesine, kesinlik durumuna ve teorikten pratiğe doğru iç içe geçmiş birbirlerini gerçekleştirme paralelinde hazırlanan üst/alt hedeflerden oluşup oluşmadığına dikkat etmek zorundayız. Profesyonel stratejinin temel unsurları bunlardır. Bu aşamaların haritası çok iyi çıkarıldığında başarıya götüren sürecin ilk kapısından girilmiş olur. Bundan sonraki kapı “Zihnin hedefe açık tutulmasıyla” ilgilidir. Üzerinde ciltlerce kitap yazılan bir konu küçücük bir köşeye ancak bu kadar sığabiliyor.
• 5. Hedef faydalı olmalıdır. Cinayet şebekesi kurmayı hedefleyemeyiz. Temel’le Cemal bir hedef bulurlar ve “ Kim yüksek bir binanın balkonundan en çok sarkabilir” şeklinde bir iddiaya tutuşurlar. İddiayı sonunda rahmetli Temel kazanır. Biz rahmetli Temel olmamalıyız.

ÜSTÜN DÖKMEN HOCADAN


Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanabilecek hiçbir koz verme.
●- İnsanlara doğru değer ver, hak etmeyenleri sil.
●- Kimseye yalvarma.
●- Asla dönüp arkana bakma.
●- Sır tutmasını bil.
●- Dostlarının yeri ayrı, sevgilinin yeri ayrı. Sevg

ilin için dostlarını, dostların için sevgilini satma.

●- Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut.
●- Bir ilişkiyi kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla gözyaşı için asla yumuşama.
●- Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et.
●- Seni dinleyip anlamaya niyetli olmayanlarla tartışma.
●- Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme.
●- Eğer verdiğin o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır şansı verme.

●- Kendini öven insanlardan kaç.
●- Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma.
●- Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma.
●- Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorsa onların öğütleri gözardı etme.
●- Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka üzerine sıçrar.
●- Gözyaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler için harcama.

●- Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına uğratma.
●- Kendini sev.
●- Dışarıdaki güneşe bakıp gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma.
●- Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlık yapma.
●- İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil.
●- Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme.
●- İstediğini almak için asla duygu sömürüsü yapma.
●- Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme.

KOVULDUĞU APPLE’I BİR NUMARA YAPTI


‎”Asla yılmayın, vazgeçmeyin, inanın, kalbinizin sesini dinleyin ve yaptığınız işi sevin!” Bu sözler ‘ikonik’ bir başarı öyküsüne imza atan Apple’ın kurucusu Steve Jobs’a ait. Okulu yarıda bırakan, garajda kurduğu şirketle bilgisayar devrimine imza atan Steve Jobs her koşulda hayallerinin peşinden gitmeyi bildi…

“Asla yılmayın, vazgeçmeyin, inanın, kalbinizin sesini dinleyin ve yaptığınız işi sevin!” Bu sözler ‘ikonik’ bir başarı öyküsüne imza atan Apple’ın kurucusu Steve Jobs’a ait. Okulu yarıda bırakan, garajda kurduğu şirketle bilgisayar devrimine imza atan Steve Jobs her koşulda hayallerinin peşinden gitmeyi bildi…

KOVULDUĞU APPLE’I BİR NUMARA YAPTI

Adı her ne kadar ‘Steve Jobs’ olsa da bir Arap olarak dünyaya geldi. Doğduktan bir hafta sonra ailesi tarafından evlatlık verildi. Okulu yarıda bıraktı, bilgisayarların bugünkü tipografik yapısını oluşturdu. Kendi kurduğu Apple’dan kovuldu, ama sonra…

“Asla yılmayın, vazgeçmeyin, inanın, kalbinizin sesini dinleyin ve yaptığınız işi sevin!”

Steven Paul Jobs, 24 Ocak 1955’te San Fransisco’da doğdu. Biyolojik babası Abdulfettah John Sandali ile biyolojik annesi Joanne Schieble, Steven’ı Paul ve Clara Jobs çiftine evlatlık verdi.

Kaliforniya Cupertino Lisesi’ne devam eden Steve, okul saatleri dışında Palo Alto’da bulunan Hewlett-Packard merkezindeki derslere katıldı. Kısa süre sonra aynı yerde yaz stajına kabul edildi ve Steve Wozniak ile birlikte çalıştı. Tanıştıklarında Wozniak 21, Jobs ise 16 yaşındaydı.

Liseyi bitiren Jobs, Portland’daki Reed College’a kabul edildi, ancak sadece bir dönem sonra okulu bıraktı. Bir süre bazı derslere dışarıdan katılmayı sürdüren Jobs, arkadaşlarının yurt odalarında yerde yatarak, yemek parası için boş kola şişeleri toplayıp geri dönüşüme götürerek ve haftada bir bölgedeki Hare Krishna tapınağında bedava yemek yiyerek geçimini sağladı.

Steve, o günlerde Reed’de aldığı dersler arasında bulunan ‘Kaligrafi’ için ileride şunu diyecekti: “O derse kaçak olarak girmeseydim bugün Mac’teki o farklı font tasarımı olmazdı”.

1974’te California’ya geri dönen Jobs, Wozniak ile birlikte Homebrew Computer Club (Ev Yapımı Bilgisayar Kulübü) toplantılarına katılmaya başladı. O sıralarda aklına koyduğu Hindistan gezisi için para biriktirmek amacıyla bir süre oyun ve donanım üreticisi Atari’de teknisyen olarak çalıştı.

Ruhani aydınlanma için çıktığı Hindistan gezisinde, sonradan ilk Apple çalışanı olacak Daneil Kottke Jobs’a eşlik ediyordu. Ülkesine geleneksel Hint giysileri içinde, başı traşlı ve Budist olarak dönen Jobs, psikadelik uyarıcılar da kullandı, Jobs o günkü maceralarını “hayatımda yaptığım en önemli birkaç şeyden biriydi” diye yorumlayacaktı.

Atari’de eski işine geri dönen Steve, Breakout adlı oyun için bir devre kartı yapmakla görevlendirildi. Atari, kartın daha az yer kaplamasını sağlamak için üzerinden eksiltilecek her bir yonga için 100 dolar ödül açıklamıştı. Devre kartı tasarımı konusunda pek bilgisi olmayan Jobs, arkadaşı Wozniak’la anlaşarak işi ona yaptırması karışılığında alınacak paranın yarısını önerdi.

Wozniak, herkesi şaşırtarak karttaki devre sayısını yüzde 50 oranında azaltmayı başardı. Jobs, daha sonra Wozniak’a Atari’den iş karşılığında 700 dolar aldığını söyleterek 350 dolar ödedi. Halbuki aldığı para 5000 dolardı.

Jobs tasarım ve pazarlama, Wozniak ise teknik birikimlerini Homebrew Computer Club’taki tecrübelerini birleştirerek, Jobs’ın garajında Apple I adını verdikleri ev bilgisayarını toplamaya başladı. Bilgisayar, siparişle satılıyordu.

APPLE’IN KURULUŞU
Jobs ve Wozniak, aralarına Ronald Wayne’i de alarak 1976’da Apple adlı firmayı kurdu. Apple I, ilk kez Personal Computing Festival’da sergilendi.

Apple’ın hızlı yükselişi Apple II ile başladı. Mike Markkula’ı yatırımcı olarak ortakları arasına katan Apple’a 1978’de Mike Scott CEO olarak atandı. Apple II, West Coast Computer fuarında büyük sükse yaptı. Bilgisayar, Apple’ın kitlesel pazarlamayla satılan ilk ürünüydü.

Jobs, 1983’te Pepsi-Cola yöneticisi John Sculley’i CEO olarak transfer etti. Jobs’ın Sculley’i ikna etmek için “Hayatının sonuna kadar şekerli su mu satmak istiyorsun, yoksa benimle gelip dünyayı değiştirmek mi?” diye sorduğu rivayet edilir. 1984’te Super Bowl finalinde gösterilen ‘1984’ adlı reklam filmi bu değişimin ilk işaretlerini veriyordu.

Yeni ortak yapısı yüzünden firmada çoğunluk hissesi bulunmayan Jobs, 24 Ocak 1984’te ilk Macintosh kişisel bilgisayarı tanıttı. Mac’in tasarımına Jef Raskin başlamış, gerisi Jobs tarafından tamamlanmıştı. Macintosh, dünyada grafik arayüz kullanan ilk kişisel bilgisayardı.

Mac satışlarının 1984 sonlarına doğru düşüş yaşaması ve hedeflerin tutturulamaması, Jobs ile CEO Scully’nin arasını açtı. Scully, Mayıs 1985’te Jobs’ı Macintosh bölüm başkanlığından alarak firmadan kovdu.

Aynı günlerde Jobs, NeXT Computer’ı kurdu. Oldukça pahalı olduğu için çok popüler olmayan NeXT iş istasyonları, ileri teknolojisi sayesinde parası olan belirli bir kesim için cazipti. NeXTcube, Jobs tarafından “sadece kişisel değil, kişiler arası bir çalışma istasyonu” olarak tanımlanmıştı. Cihaz magnezyum kasasıyla da Jobs’ın dış tasarıma verdiği önemi gösteriyordu. Firma, IBM ile işbirliğine gitti.

Jobs 1986’da sonradan adı Pixar olarak değişecek olan The Graphics Group’u Lucasfilm’den 10 milyon dolar ödeyerek satın aldı, ilk iş olarak da çalışanların yarısının işine son verdi, ellerindeki hisseleri geri satın aldı. Firma, Disney ile işbirliği içinde Toy Story, A Bug’s Life, Toy Story 2, Monsters, Finding Nemo, Cars, Ratatouille, Wall-E, Up gibi pek çok animeye imza attı.

Jobs aynı yıl, biyolojik anne babasıyla kızkardeşinin kimler olduğunu öğrendi.

APPLE’A DÖNMESİ
Apple, 1996’da NeXT’i, 429 milyon dolara satın aldı. Jobs eskiden kurucu ortak olduğu firmaya, ‘gayrıresmi CEO danışmanı’ olarak dönmüş oldu. Kısa sürede Apple’ın ‘perde gerisindeki CEO’su’ konumuna gelen Jobs, firmanın zarar etmesine yol açtığını düşündüğü Newton, Cyberdog, OpenDoc gibi projelere son verdi. NeXT’e ait NeXTSTEP yazılımı, Mac OS X işletim sisteminin nüvesini oluşturdu.

Jobs’ın dönüşüyle atılıma geçen Apple, iMac serisini başlatarak kişisel bilgisayar algısını bir kez daha değiştirdi, uzun aradan sonra yeniden kara geçmeye başladı. Jobs, 2000’de firmanın ‘resmi’ CEO’su oldu.

Renkli iMac ile Power Mac G3, 5 Ocak 1999’da tanıtıldı. Onu 2000’de Power Mac G4 Cube izledi.

Jobs, müzik piyasasının kökten değiştiren kişisel dijital müzik çalar iPod’u tanıttı. iPod’ları 2002’de Windows uyumlu hale getiren Apple, ertesi yıl bugün bile en büyük müzik ve film satış mağazaları arasında ilk sıralarda bulunan iTunes Müzik Mağazası’nı açtı.

Power Mac G5’in duyurulduğu 2003’te Jobs’a pankras kanseri teşhisi kondu. 2004’te ameliyat olan Jobs’ın pankreasından tümör alındı.

Pixar, 24 Ocak 2006’da Disney tarafından 7.4 milyar dolara satın alındı. Jobs, yüzde 7’lik hisseyle Pixar’daki en büyük kişisel hissedar oldu.

Mobil telefon işine girme kararı alan Apple, farklı ve kullanışlı arayüzüyle akıllı telefon pazarında büyük değişimlere öncülük eden iPhone’u 2007’de tanıttı. iPhone, Pixar yapımı Ratatouille’in gösterime girdiği gün, 29 Ocak 2007’de, ABD’de piyasaya çıktı.

2009 başında sağlık nedenleriyle 6 ay izin alan Jobs, karaciğer nakli ameliyatı geçirdi. Jobs, 2010 başında yine sahneye çıkarak, kişisel bilgisayar dünyasında büyük bir devrim kabul edilen iPad’i tanıttı.

Hastalığı ilerleyen Jobs, Ağustos 2011’de Apple’ın CEO’luk koltuğunu Tim Cook’a devretti. Aynı günlerde Apple firmasının hisse fiyatı bazında piyasa değeri 340 milyar doları geçmişti